1. cennet belki de tüm belirsizliklerin silindiği yerdir. işıklı bir bahçede menengiç kahvesi içerken tüm taşların yerine oturmasıdır. insanın endişesine tebessüm edip hafifçe hayıflandığıdır. yahu bu muymuş hayat, o çözülmez yumak, her şey bu kadar basit miymiş dediğidir. belki her şey o kadar basittir.
    insanın mutlak adalet arayışıyla bıraktığı o haklılık payı nasıl da eğreti. bir insanı okurken o insan olmak, o insan olduğu için, onun yaptığı çirkinlikte güzellik bulmak nasıl zavallıca. o iç rahatlaması ve herkesin kendisine hak veren bir tanrıyla konuşması... bilmiyorum. önce kendimi temize çekip sonra bu haksız temizlik yüzünden kendime hak ettiğimden fazla kızmayı bırakacak mıyım. neden hiçbir şeyi vaktinde söyleyemiyorum.

    bunları yazmak istememiştim. (sana bir gün "hiçbir şey"i anlatacağım. takır takır konuşacağım, o günden sonra konuşmama hiç gerek kalmayacak.) okuduğun ve yazdığın her şey eksik gelse de asıl değerli olan o eksiklik değil mi. ifade etmek için tek bir yol bulamadığın, sözün yakalayıp söndüremediği o şey. ne o? ona karşı yeniksin ve bu yeniklik seni tekrar tekrar doğuruyor, tuhaf.
  2. karmaşık olmayanı ifade etmek neden daha zor ve çetrefilli yollar neden hep daha cazip. müphem bir gizem ihtiyacı mı, sır kumaşıyla her zerreyi örtmeden yaşanmaz mı. yana yakıla ulaşmaya çalıştığımız tamamlanmışlık hissinin -o tekinsiz kısırlığın- uyuşturucu etkisi neden sevimli değil. ironiyi bile dışlayan netlik korkunç.
  3. doğru bildiğim ile istediğim genelde aynı. ancak ayrıldıkları noktada kendimle yüzleşiyor, irademi sınamış oluyorum. o noktalarda her şeyi didik ediyor her şeye yeniden başlıyorum doğru'nun d'sini bin parçaya ayırıyorum. en başa en en en başa gitmek istiyorum; mümkün değil tabii. sonra anlamadığım bir şekilde her şey sadeleşiyor, ayrım kalmıyor, çizgiler siliniyor silinmeyen önemsizleşiyor. en fazla ne olabilir ki diyorum. bilemiyorum altan bilemiyorum... tüm kırgınlığımı beklenmedik bir anda fark etmesem keşke. ümitle sarılan kollarımı küçümseyip vazgeçmesem. içimde bir peygamber var onu öldürmek istiyorum. onu alkışlayan kalabalığa tükürmek istiyorum. ona inanmayın diye haykırmak istiyorum. ama böylece tek yaptığım yeni bir peygamber doğurmak olur.
  4. evimi yaktım, çıkıp seyrettim, tamam. peki şimdi ne yapacağım?
  5. birini, bir şeyi, bir yeri arıyorum. sanki çocukluğuma gidebilsem bir harita kapıp geleceğim, her şey hallolacak.
    evi, evde bana dair her şeyin önemsenişini, kahvaltı sonrası uzun sohbetleri ve ikindi kahvelerini özledim. odamı özledim. o birkaç metrekaredeki her nesneyle kurduğum bağı yenilemek istiyorum. kar küreme dokunmalı, kitaplarımı karıştırmalı, perdemi kapatmalı, penceremi açmalıyım. o huzurlu rutine artık hayatımın hiçbir evresinde kavuşamayacakmışım gibi hissediyorum. bitti. artık başka bir yere gitmeyi de bekleyemem.
    tırnak diplerimde gri oje kalıntıları, kulağımda dingin müzik, dışarıda sakin yağmur, defterde yarım gölge. bir kokuya sarılmak için deli gibi çırpınıyorum. bir rüzgarı çıldırmış gibi çağırıyorum. ben gitmek istiyorum, artık ayrılmak istemeyeceğim, "başka hayatları, başka insanları özler gibi" bakmayacağım bir yere varmak istiyorum. söylenebilexeklerin çoktan söylenmiş olmasından rahatsızım, yine de yarın bir mektup postalayacağım.

    ("ve hiçbir şeye şaşmıyorum -her şey bildik diyordum ya; bu da doğru değil. ben dünyaya olup biteni hayretle izlemeye ve şaşırmaya gelmişim - durmadan şaşırmaya. ..")
  6. insan anlattığından ziyade anlatamadığı ve anlatmaktan vazgeçtiği oluyor.
  7. dünyayı bir esinti olarak hissetmeyi nasıl anlatabilirim?